Bir gün musluğu açtığımıza tek bir damla bile akmadığını düşünün. Susuz geçen bir sabah…Ne kahvenizi yapabiliyorsunuz, ne yüzünüzü yıkayabiliyorsunuz.
Çocukların çantasında su matarası boş, evdeki çiçekler boynunu bükmüş…Ve işte o gün anlıyorsunuz: Su yoksa hayatta yok.
O gün uzak değil. Çünkü biz, suların azaldığı bir ülkeyiz. Yani suyunu hoyratça harcayan, toprağını çoraklaştıran, yağmuru bereket değil, sadece gökyüzünden düşen birkaç damla olarak gören bir milletiz.
Barajlarımız alarm veriyor. göllerimiz haritadan siliniyor, yer altı sularımız geri dönmemek üzere çekiliyor. Ama biz bahçeleri öğle sıcağında suluyor,tarlalarda vahşi sulama yapıyor, damlayan muslukları haftalarca onarmıyoruz. Hâla altyapıdaki kaçaklar yüzünden milyonlarca ton suyu toprağa gömüyoruz.
Bu sadece iklim değişikliği değil; bu, bilinç felci!
Suyun değerini,son damlası avuçlarımızdan akıp gittiğimde mi anlayacağız?
Oysa hala vakit var…
Yağmur suyu toplayabiliriz, tarımda damla sulamaya geçebiliriz, endüstride suyun geri dönüşümünü zorunlu kılabiliriz. Çocuklarımıza suyun, altından daha kıymetli olduğunu öğretebiliriz. Belediyeler altyapılarını yenileyebilir, bizler ise musluktan akan her damlayı isaf etmemeye ant içebiliriz.
Unutmayın, bir ülke susuz kalınca sadece toprak kurur sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Önce umut kurur, sonra ekmek kurur, en son insan kurur…Ve biz o an geldiğinde,’ ’Keşke…’’ demekten başka bir şey yapamayız.
Su hayattır; onu korumak aslında kendi nefesimizi korumaktır.